Yarım
Uzun uzadıya yazacak değilim.
Sabah kahvesinin ardından içime takılan bir kaç kelimeden ibaretim sadece. Bir cümle yeter kimi zaman, ben bir cümleden fazlasıyım. Bir paragraf oluşturabilir miyim bilmem. Ne sadece bir cümleyim bu sabah, ne de bir paragrafa yetebilirim. Kasvetli havaların insanı olmadığım kesin. Güneşi özler oldum daha yeni terketmesine rağmen penceremi. Evim karanlık, müziğim melankolik. İçimde hem güzel bir huzur, hem de bir dürtü var birşeyler yapmaya dair.
Yapmadığımız, yapamadığımız, ötelediğimiz şeyler yüzünden pişmanlık duymamız ne garip. Kendi kendimize yük bindirmekte üstümüze yok. Şu an, şimdi, bir sahil yürüyüşü yapmak istiyorum, ama kuvvetle ihtimal yapmayacağım :) Ama ben yürüyüş yapmak isterken ve aynı zamanda da yapmayacağımı düşünerek içimde sıkıntı hissediyorum. Bazen en basit durumları probleme dönüştürmekte üstüme yok sanırım. Üstelik cevapları belli olan, henüz daha iki bilinmeyenli bile olamamış ama benim içinden çıkamadığım problemlerle savaşıyorum, nefsimle.
Arabesk, hem millet olarak hem de bireysel olarak içimize yerleşmiş. En iyi durumların tadını çıkarabilmektense, biz hep olmayan problemler çıakranlar ve bunlarla uğraşanların ülkesiyiz. Keyif almaya dahi “sabrımız” yok. Bir kafeye gidip kitap okuyacak kadar sabırlı hiç olmadık. Kitabımızı açıp “önsöz” de kaldık hep, gözümüz arka masadaki tartışan çifte takıldı. Bir parka gidip ayaklarımızı uzatıp gökyüzüne bakacak kadar sabırlı hiç olmadık. Sadece -çoraplarımızı dahi çıkarmaya üşenerek- toprağa ayaklarımız koyup elektriğimizi aldırıyoruz :) Biz hiç sıraya girmeyi beceremedik mesela. Otobüs kuyruğunda bir önümüzdeki kişinin yerini aldığımızda kendimizi karlı saydık oysa ki yerini çaldığımız kişi de otobüse binebilmişken… Beklemek bize göre hiç olmadı. Kırmızı ışık yeşile daha geçeyazarken, üstelik daha yeşil yanmamışken kornalarımıza basıp gürültü kirliliği yarattık. Bir an önce gitmek istediğmiiz yere varmak istedik hep, gitmek istediğimiz yerin neresi olduğunu önemsemeyerek çoğunlukla. Saniyeler kazandık yayalara yol vermeyip de, evimize gidip çekirdek çitleyerek “değerli” saniyelerimizi tükettik.
Ne bir şeyi tam yapabildik, ne başlamadan bırakabildik. Yarım kalmışlıkların ülkesi olduk. Bireysel olarak kendimiz bir yarımızı hiç aramadık da, var olduğumuz kadarıyla yetindik.
Şimdi ben bir sahil yürüyüşüne çıkabilir miyim siz söyleyin :)
Uzun uzadıya yazmış değilim. Bu yazıyı tamamlayabilecek yüzlerce cümle içimdeyken, yine, yeniden yarım bıraktığım eşya torbama koyuyorum ileride bir zaman tamamlamak için (Umarım).
Selametle…
Leave a Reply
Want to join the discussion?Feel free to contribute!